attracting entries of this week (6)

navigate to the topic list
  • a night at the opera

    queen'in sadece diskografisinin değil, tüm rock müzik tarihinin şahikalarından, bir cüretkarlık ve yaratıcılık anıtı. grubun "ya hep ya hiç" dediği, o zamana kadar yapılmış en pahalı albümlerden biri olarak kayda geçen, onları yerel kahramanlardan dünya devi statüsüne fırlatan magnum opus. adını marx kardeşler'in aynı adlı filminden alması bile, içeride kopacak müzikal curcunanın, o planlı kaosun ve türler arası cümbüşün habercisi gibidir adeta.

    albümün yapıldığı dönemi düşünmek lazım. queen, önceki albümleri sheer heart attack ile büyük bir başarı yakalamış olsa da, mali olarak hala zor durumdaydı. eski menajerleriyle yaşadıkları sorunlar, grubun üzerinde büyük bir baskı yaratıyordu. tahmin etmek zor değil ki, bu albüm onlar için bir dönüm noktası olmak zorundaydı; ya batacaklar ya da müzik dünyasının zirvesine tırmanacaklardı. bu baskı ve hırsın, albümdeki o sınır tanımayan yaratıcılığı ve her şarkıya sinmiş "biz buradayız ve en iyisiyiz" tavrını körüklediğini varsaymak oldukça akla yakın.

    a night at the opera bir albümden çok, farklı sahnelerden oluşan görkemli bir müzikal gösteri gibi. içinde yok yok: hard rock, heavy metal, pop, folk, vodvil, dixieland caz ve tabii ki opera! bu kadar farklı türü tek bir potada eritip, baştan sona tutarlı ve akıcı bir bütün oluşturabilmek, ancak queen gibi vizyoner bir grubun harcı olabilirdi. albümün prodüktörü roy thomas baker ile birlikte stüdyoda harikalar yarattıkları aşikar. özellikle vokal ve gitar harmonilerindeki katman katman işçilik, o dönemin teknolojisiyle nasıl başarıldığı hala hayret uyandıran bir detay. muhtemelen stüdyoda geçirilen sayısız uykusuz gece, bantları kesip yapıştırmalarla dolu hummalı çalışmalar ve her detayın mükemmel olması için verilen inanılmaz bir emek söz konusuydu.

    ve tabii ki bohemian rhapsody... albümün ve belki de queen'in imza şarkısı. tek başına bir albüm değeri taşıyan, içinde balad, gitar solosu, opera ve hard rock bölümlerini barındıran, 6 dakikalık bu cüretkar eser. plak şirketinin "çok uzun, tutmaz" dediği, grubun ise "ya bu şarkı single olur ya da hiçbiri" restini çektiği rivayet edilir. freddie mercury'nin bu şarkıyı kafasında nasıl tasarladığını, o karmaşık vokal düzenlemelerini diğer grup üyelerine ve prodüktöre nasıl anlattığını hayal etmek bile heyecan verici. operatik bölümdeki o "galileo", "figaro", "magnifico" nidalarının kaydı sırasında stüdyoda yaşananları, belki de kahkahalarla karışık bir yaratım sancısını tahmin etmek güç değil. şarkının yapısındaki bu radikallik, o dönem için inanılmaz bir riskti ama sonuçta müzik tarihini değiştirdi.

    ancak albüm sadece bohemian rhapsody'den ibaret değil. john deacon'ın kaleminden çıkan ve basçının pop duyarlılığını gösteren tatlı mı tatlı you're my best friend. freddie mercury'nin piyanosuyla devleştiği, konserlerin vazgeçilmezi haline gelen dokunaklı balad love of my life. brian may'in astrofizik geçmişine selam duran, zamanda yolculuk temalı akustik folk şarkısı '39. yine brian may'in ürünü olan, vokal kanonlarıyla ve epik yapısıyla bohemian rhapsody'ye kafa tutan the prophet's song. roger taylor'ın arabalara olan aşkını haykırdığı, safkan rock'n'roll enerjisiyle dolu i'm in love with my car (ki muhtemelen grubun geri kalanı bu şarkıyla epey dalga geçmiştir ama taylor'ın ısrarıyla b yüzüne girmiştir). her biri kendi içinde ayrı bir dünya, ayrı bir başyapıt adayı.

    a night at the opera, queen'in sadece müzikal yeteneklerini değil, aynı zamanda stüdyoyu bir enstrüman gibi kullanma becerilerini, teatral yeteneklerini ve sınırları zorlama arzusunu da gözler önüne seren bir çalışma. risk almaktan korkmayan, popüler kalıplara sığmayı reddeden ve kendi vizyonlarının peşinden giden bir grubun manifestosu niteliğinde. belki de o mali baskı olmasaydı, grup bu kadar iddialı ve kusursuz bir iş çıkarmak için kendini bu denli zorlamayacaktı. bazen en büyük eserler, en büyük zorluklardan doğar sözünün kanıtı gibi duruyor bu albüm.

    sonuç olarak, a night at the opera sadece dinlenmesi gereken değil, üzerine kafa yorulması, her dinleyişte yeni detaylar keşfedilmesi gereken, katmanlı, zengin ve zamansız bir mihenk taşı. rock müziğin sınırlarını genişletmiş, kendinden sonra gelen sayısız gruba ilham vermiş ve queen efsanesini perçinlemiş ölümsüz bir eser.

    (see: queen)
    (see: bohemian rhapsody)
    (see: freddie mercury)
    (see: brian may)
    (see: rock operası)
    (see: müzikal deha)
    (see: yapılmış en pahalı albümlerden biri)

  • beni siz delirttiniz

    cem karaca'nın 1977 yılına ait şarkısı.

    sözleri şu şekilde:

    beni siz delirttiniz evet
    evet, evet, siz, siz
    kırmızı ışıkta geçen şoförler
    ve boşverli türküler
    ve boşverli türküler
    sahil yolundaki kazalar
    denize düşen şu uçak
    beyaz camda hayvanlar ve reklamlar
    yeşilçam'da baldır bacak
    yeşilçam'da baldır bacak
    beni siz delirttiniz evet
    evet, evet siz delirttiniz beni
    uçaklar, rüşvetler ve mobilyalar
    ve ahlak üstüne nutuklar
    ve ahlak üstüne nutuklar
    günden güne ufalan ekmekler
    pasta yesin efendiler ama
    gaz tenekesi ile su kuyrukları
    ve bir başbuğun buyrukları
    başbuğun buyrukları
    beni siz delirttiniz evet
    evet, evet, evet
    siz delirttiniz beni, hiç kuşkum yok bundan eminim
    darılmaca yok ben bir deliyim ama beni siz delirttiniz
    beni siz delirttiniz
    gelin katılın siz de bize
    bizde herkese yer var
    dostlarım hep napolyon, hepsi sezar
    bol miktarda hitler de çıkar ayy
    bol miktarda hitler de çıkar

  • freddie mercury

    rock müzik tarihinin gördüğü en görkemli, en yetenekli, en karizmatik ve en trajik figürlerden biri. sadece queen'in solisti değil, grubun ruhu, kalbi, yaratıcı motoru ve sahnedeki tanrısal yansıması. gerçek adı farrokh bulsara olan zanzibar doğumlu bu parsi çocuğun, londra'nın sanat okullarından çıkıp dünyanın en büyük stadyumlarını fetheden bir ikona dönüşme hikayesi, başlı başına bir destan.

    freddie mercury demek, öncelikle o inanılmaz ses demektir. dört oktavlık vokal aralığına sahip olduğu söylenen, operatik aryalardan ham rock çığlıklarına, fısıltılı baladlardan güçlü gospel tınılarına kadar uzanabilen eşsiz bir enstrüman. sadece teknik kapasitesi değil, sesini kullanma biçimi, kattığı duygu ve drama da onu benzersiz kılar. bohemian rhapsody'deki o çılgın vokal akrobasileri, somebody to lovedaki o içli yakarış, we are the champions'daki o zafer haykırışı... her şarkıya ruhunu katardı. muhtemelen bu vokal yeteneğinin bir kısmı doğuştan gelse de, opera ve kabareye olan ilgisi, liza minnelli gibi isimlere olan hayranlığı, sesini eğitme ve farklı teknikler deneme konusundaki merakı, onun bu denli çok yönlü bir vokaliste dönüşmesinde kilit rol oynamıştır. belki de çocukluğunda aldığı piyano dersleri, müziğe olan o derin anlayışının ve armonik zenginliğe sahip besteler yapabilmesinin temelini atmıştı.

    sahne performansı ise kelimenin tam anlamıyla efsaneydi. o yarım mikrofon standı, kedi gibi kıvrak hareketleri, seyirciyle kurduğu inanılmaz bağ, enerjisi ve kostümleriyle sahneyi bir tiyatro sahnesine dönüştürürdü. o, sadece şarkı söylemez, şarkıyı yaşar ve yaşatırdı. 1985 live aid performansı, bunun en ikonik örneğidir. milyarlarca insanın izlediği o 20 dakikalık sette, tüm stadyumu avucunun içine alışı, seyirciyle yaptığı o meşhur "aaay-oh" diyaloğu, bir frontman'in kitleleri nasıl harekete geçirebileceğinin dersidir. akla yakın bir varsayım olarak, freddie'nin sahneye çıkmadan önce büyük bir heyecan ve belki de sahne korkusu yaşadığını, ancak spot ışıkları üzerine vurduğu anda bambaşka bir personele büründüğünü düşünebiliriz. o utangaç, hassas farrokh'un yerini, kendine güvenen, kışkırtıcı ve kontrolü elinde tutan freddie mercury alıyordu.

    besteci olarak da grubun lokomotifiydi. bohemian rhapsody, killer queen, somebody to love, don't stop me now, crazy little thing called love, we are the champions gibi sayısız queen klasiğinde onun imzası vardır. şarkıları genellikle teatral, armonik açıdan zengin, melodik olarak güçlü ve beklenmedik dönüşlerle doludur. piyano başındaki yetkinliği, bestelerinin temelini oluştururdu. muhtemelen birçok şarkının ilk fikirleri, gece geç saatlerde piyanosunun başında, belki bir kadeh şampanya eşliğinde, aklına düşen melodiler ve kelimelerle ortaya çıkıyordu.

    özel hayatı ise her zaman merak konusu olmuş, zaman zaman skandallarla gündeme gelmiştir. mary austin ile olan derin bağı ve hayat boyu süren dostluğu, erkeklerle yaşadığı ilişkiler, partileri ve gösterişli yaşam tarzı... biseksüelliğini açıkça ifade etmese de, müziği ve duruşuyla cinsel kimliklerin ve kalıpların ötesinde bir figür olmuştur. bu durum, özellikle o dönem için oldukça cesur bir duruştu.

    hayatının son yılları ise trajik bir şekilde aids hastalığıyla mücadelesiyle geçti. hastalığını uzun süre kamuoyundan gizlese de, sağlığının kötüleştiği gözle görülür hale gelmişti. buna rağmen stüdyoya kapanıp inanılmaz bir üretkenlikle müzik yapmaya devam etti. innuendo albümü ve özellikle the show must go on şarkısı, onun bu mücadeledeki gücünün ve sanatına olan bağlılığının bir kanıtıdır. tahmin etmek güç değil ki, o son kayıtlarda fiziksel olarak büyük acılar çekmesine rağmen, geriye bir şeyler bırakma arzusu ve müziğe olan tutkusu ona inanılmaz bir güç veriyordu. stüdyodaki diğer grup üyelerinin de ona destek olmak için büyük bir hassasiyet ve sevgiyle yaklaştığını varsayabiliriz.

    freddie mercury, 1991'de aramızdan ayrıldığında geride sadece unutulmaz şarkılar değil, aynı zamanda cesaretin, özgünlüğün, tutkunun ve sınırları zorlamanın sembolü haline gelmiş bir miras bıraktı. o, sadece bir rock yıldızı değil, milyonlarca insana ilham veren, dokunan ve müziğiyle ölümsüzleşen gerçek bir sanatçıydı. onun gibisi bir daha gelmedi, gelmeyecek. the show must go on... ama onsuz asla aynı olmayacak.

    (see: queen)
    (see: farrokh bulsara)
    (see: bohemian rhapsody)
    (see: we are the champions)
    (see: somebody to love)
    (see: live aid 1985)
    (see: aids)
    (see: the show must go on)

  • queen

    rock müzik tarihine altın harflerle yazılmış bir isimden öte, bir fenomen; bir sound, bir duruş, bir gösteri sanatı. sadece şarkılarıyla değil, sahne performansları, vizyonları ve müzikal sınırları zorlama cüretleriyle kendilerini ölümsüzleştiren, britanya'nın dünyaya armağan ettiği en büyük, en gösterişli ve en eklektik gruplardan biri. onları sadece "rock grubu" olarak tanımlamak, okyanusu bir bardağa sığdırmaya çalışmak gibi olur.

    queen'in büyüsü, dört köşeli bir formülden gelir:

    freddie mercury: o ilahi ses, o inanılmaz sahne karizması, teatral yetenek, sınır tanımayan bir müzikal vizyon ve piyano başındaki hassasiyet. grubun tartışmasız ruhu ve itici gücü.

    brian may: o kendine özgü, babasıyla birlikte yaptığı "red special" gitarından çıkan, katman katman harmonilerle bezeli, anında tanınan gitar tonu. astrofizik doktorası olan bir entelektüelin rock'n'roll'a kattığı epik ve bilimsel dokunuş. aynı zamanda güçlü bir besteci.

    john deacon: grubun sessiz gücü. sahnenin gerisinde duran ama yazdığı unutulmaz bas yürüyüşleri (another one bites the dust, under pressure gibi) ve şaşırtıcı derecede hit pop şarkılarıyla (i want to break free, you're my best friend) grubun sound'una bambaşka bir boyut katan dahi.

    roger taylor: güçlü davulculuğu, o kendine has yüksek perdeden geri vokalleri ve grubun daha çiğ, daha doğrudan rock'n'roll damarını besleyen besteleriyle (i'm in love with my car, radio ga ga) enerjiyi her daim yüksek tutan isim.

    bu dört benzersiz yeteneğin bir araya gelmesi, tek bir müzikal kalıba sığdırılamayan o zengin queen sound'unu yarattı. hard rock'tan operaya, heavy metal'den diskoya, funk'tan rockabilly'ye, pop baladlarından stadyum marşlarına kadar uzanan geniş bir yelpazede eserler verdiler. varsaymak pek de yanlış olmaz ki, bu müzikal çeşitlilik, grubun dört üyesinin de aktif olarak şarkı yazmasından ve her birinin farklı müzikal zevklere sahip olmasından kaynaklanıyordu. muhtemelen stüdyoda sık sık yaratıcı tartışmalar yaşanıyor, her üye kendi fikrini savunuyor ve bu "çatışmaların" sonucunda ortaya herkesin bir parça kendinden bir şeyler bulduğu, katmanlı ve zengin şarkılar çıkıyordu. belki de deacon'un pop hassasiyeti, may'in epik rock vizyonuyla; taylor'ın ham enerjisi, mercury'nin teatral dehasıyla bir denge oluşturuyordu.

    queen'in yükselişi kolay olmadı. ilk albümler eleştirmenlerden karışık yorumlar alsa da, killer queen ile ilk büyük çıkışlarını yaptılar. ancak asıl patlama, tüm riskleri alarak yarattıkları a night at the opera ve içindeki akılalmaz bohemian rhapsody ile geldi. o dönem için inanılmaz derecede pahalı ve cüretkar olan bu albüm, onları dünya çapında süperstarlığa taşıdı. tahmin etmek zor değil ki, o dönemde grup üzerinde büyük bir finansal ve sanatsal baskı vardı ve bu "ya batarız ya çıkarız" durumu, onları daha da hırslandırarak böylesine kusursuz ve iddialı bir iş çıkarmaya itti.

    sadece stüdyoda değil, sahnede de bir devdi queen. özellikle freddie mercury'nin seyirciyi avucunun içine alan performansı, enerjisi ve vokal gücü efsanevidir. 1985'teki live aid performansları, genellikle tüm zamanların en iyi canlı performanslarından biri olarak kabul edilir. o 20 dakikalık sette sergiledikleri hakimiyet, adeta bir ders niteliğindedir. belki de queen, şarkılarını bestelerken bile we will rock you ve we are the champions gibi eserlerde olduğu gibi, on binlerce insanın hep bir ağızdan söyleyeceği anları hayal ederek, stadyum atmosferini düşünerek yazıyordu. şarkıların yapısındaki o "birlikte söyleme" potansiyeli tesadüf olmasa gerek.

    grubun kariyeri boyunca yaşadığı iniş çıkışlar, 80'lerdeki disko ve funk etkileşimli dönemleri (hot space albümü gibi bazı hayranları ikiye bölen işler), freddie mercury'nin aids teşhisi ve sonrasındaki süreç, grubun hikayesini daha da dramatik ve dokunaklı hale getirir. mercury'nin hastalığını öğrendikten sonraki dönemde, grubun stüdyoya kapanıp inanılmaz bir üretkenlikle the miracle ve innuendo gibi albümleri kaydetmesi, muhtemelen zamanın daraldığı bilinciyle, geriye olabildiğince çok müzik bırakma arzusunun bir sonucuydu. özellikle the show must go on şarkısı, bu trajik durumun sanatsal bir manifestosu gibidir.

    freddie mercury'nin 1991'deki vefatı, müzik dünyası için büyük bir kayıp olsa da, queen'in müziği yaşamaya devam etti. kalan üyeler, zaman zaman farklı solistlerle (paul rodgers, adam lambert) sahneye çıksalar da, queen efsanesi esas olarak o dört orijinal üyenin yarattığı miras üzerine kurulu. şarkıları hala radyolarda çalıyor, filmlere konu oluyor (bohemian rhapsody filminin gişe başarısı gibi), yeni nesiller tarafından keşfediliyor.

    kısacası queen; cüretkar, yenilikçi, teatral, duygusal, güçlü ve zamansız bir müzik mozaiği sunmuş, rock müziğin sınırlarını genişletmiş ve popüler kültürde silinmez bir iz bırakmış, gerçek anlamda "kraliyet" sınıfı bir gruptur. onların müziği, hayatın tüm renklerini barındırır; kutlamayı, yası, isyanı, aşkı, kaybı ve zaferi... ve bu yüzden de ölümsüzdür.

    (see: freddie mercury)
    (see: brian may)
    (see: john deacon)
    (see: roger taylor)
    (see: bohemian rhapsody)
    (see: a night at the opera)
    (see: live aid 1985)
    (see: we will rock you)
    (see: we are the champions)
    (see: another one bites the dust)
    (see: under pressure)
    (see: bir müzik grubundan çok daha fazlası)

  • joe perry

    aerosmith'in diğer yarısı; grubun gitar sound'unun mimarı, o anında tanınan, kirli ve blues kokan riflerin efendisi. steven tyler'ın sahnedeki gösterişli ve fırtınalı enerjisinin tam zıttı gibi duran, genellikle daha cool, daha sakin ama bir o kadar da etkileyici figür.

    joe perry demek, öncelikle gitar rifi demektir. walk this way'in o funky yürüyüşü, sweet emotion'ın o talk box'lı girişi, toys in the attic'in ham gücü, love in an elevator'ın akılda kalıcılığı... sayısız aerosmith klasiğinin bel kemiği onun parmaklarından ve genellikle bir les paul'den çıkmıştır. tarzı, blues'dan derinlemesine etkilenmiş olsa da üzerine kendi sert, çiğ ve zaman zaman tehlikeli hissettiren yorumunu katmıştır. tekniği kadar, yarattığı ton da ikoniktir.

    steven tyler ile olan ilişkisi "toxic twins" olarak anılsa da, perry genellikle bu ikilinin daha ayakları yere basan, müziğe odaklı tarafı gibi görünmüştür (tabii kendi karanlık dönemleri hariç). sahnedeki duruşu tyler'a göre daha içe dönük olsa da, gitarıyla konuştuğu anlar vardır; omuzuna astığı gitarı, ağzının kenarında duran sigarası (eski günlerde) ve güneş gözlükleriyle tam bir rock'n'roll anti-kahramanıdır.

    grubun en çalkantılı döneminde, 70'lerin sonunda tyler ile yaşadığı büyük kavgalar sonucu gruptan ayrılmış, kendi grubu joe perry project'i kurmuştur. bu dönem, aerosmith'in düşüşünü hızlandırsa da, perry'nin kendi başına da önemli bir müzisyen olduğunu kanıtlamıştır. neyse ki 80'lerin ortasında geri dönmüş ve grubun tarihindeki en büyük ticari başarıyı yakalayan ikinci baharında yine kilit rol oynamıştır.

    sayısız gitaristi etkilemiş, "cool" kelimesinin rock müzikteki karşılıklarından biri olmuş, yaşayan bir efsanedir. rifleri on yıllardır çalınıyor ve muhtemelen daha uzun yıllar çalınmaya devam edecek. aerosmith'in motoru tyler ise, şasesi ve direksiyonu kesinlikle joe perry'dir.

    (see: aerosmith)
    (see: steven tyler)
    (see: toxic twins)
    (see: les paul)
    (see: riff tanrısı)
    (see: joe perry project)

  • farrokh bulsara