(bkz: david chalmers) abimizin ortaya atıp adeta beyinlerimizi paralel evrenlere ışınladığı, felsefenin ve sinirbilimin kesişim kümesindeki en tekinsiz ve bir o kadar da çekici muamma. hani fizikçilerin evrenin başlangıcını, büyük patlamayı falan anlamaya çalışması gibi, bu da kendi iç evrenimizin "büyük patlaması" olan öznel deneyimin nasıl ortaya çıktığını anlama çabası. işin "kolay" problemleri de var elbet; beyin hangi uyaranı nasıl işliyor, dikkat nasıl odaklanıyor, anılar nasıl depolanıyor falan filan. bunlara bilim er ya da geç cevap bulacak gibi duruyor, nöronların dansını çözmek gibi bir şey bu. ama iş "zor probleme" gelince, yani "ben" dediğimiz şeyin, o kırmızı rengi görmenin, çikolatanın tadını almanın, müziği hissetmenin o tarifsiz, kişiye özel, birinci şahıs deneyiminin (bkz: qualia) beyindeki elektrokimyasal aktiviteden nasıl olup da ortaya çıktığı sorusuna gelince... işte orada bilim kaskatı kesiliyor, felsefe devreye giriyor ve ortalık toz duman oluyor.
düşününce insanın aklı almıyor. milyarlarca nöronun ateşlenmesi, sinapslardaki kimyasal alışveriş... tamam, bunlar fiziksel süreçler. peki bu süreçlerin toplamı nasıl oluyor da sabah kahvesinin kokusunu aldığınızdaki o his oluyor? ya da bir ayrılık sonrası hissedilen o kalbe bıçak saplanması acısı? bu deneyimin fiziksel karşılığı nedir? bir nöronun ateşlenmesi mi? hangi nöron? neden o nöron? bu soruları sordukça kendinizi bir tavşan deliğinde buluyorsunuz.
bazı filozoflar (bkz: daniel dennett) bu "zor problemin" aslında bir yanılsama olduğunu, qualia dediğimiz şeyin aslında olmadığını, sadece karmaşık bilgi işlem süreçlerinin bir çıktısı olduğunu iddia ediyor. yani ortada çözülecek "zor" bir problem yok, sadece anlamadığımız karmaşık "kolay" problemler var diyorlar. diğerleri ise bilincin evrenin temel bir özelliği olabileceğini, tıpkı kütle veya spin gibi, henüz anlayamadığımız bir fundamental yapı taşı olabileceğini öne sürüyor. (bkz: panpsişizm) denen akım mesela, en basit parçacıklarda bile bir çeşit ilkel bilinç formu olabileceğini fısıldıyor kulağımıza. kulağa çılgınca gelse de, mevcut materyalist açıklamaların yetersizliği karşısında bu tür fikirler bile ciddiye alınıyor.
işin içine (bkz: felsefi zombi) argümanı girince işler daha da karışıyor. düşünün ki sizinle tıpatıp aynı fiziksel yapıya sahip, aynı şekilde konuşan, davranan, gülen, ağlayan bir varlık var. ama içeride "ışıklar kapalı". yani hiçbir öznel deneyimi yok. her şeyi otomatik pilotta yapıyor. dışarıdan bakınca sizden ayırt edilemez. böyle bir varlık mümkün mü? eğer mümkünse, bilinç beyin aktivitesinden fazla bir şey demek. eğer mümkün değilse, o zaman bilinç dediğimiz şey tamamen fiziksel süreçlerin bir sonucu olmalı. ama hangisi? işte bu milyon dolarlık soru.
nörobilimciler harıl harıl çalışıyor, beyin görüntüleme teknikleri gelişiyor, belirli bilinç halleriyle ilişkili beyin aktiviteleri (bkz: neural correlates of consciousness) haritalanıyor. ama bu korelasyonlar, nedenselliği açıklamıyor. yani "şu beyin bölgesi aktifken şu hissi yaşıyoruz" demek, o hissin neden ve nasıl ortaya çıktığını açıklamıyor. sanki bir televizyonun içini açıp çalışan parçaları görmek gibi; evet, bu parçalar sayesinde görüntü oluşuyor ama o görüntünün öznel deneyimi nasıl ortaya çıkıyor, bu hala sır.
velhasıl kelam, bilincin zor problemi, 21. yüzyıl biliminin ve felsefesinin en büyük meydan okumalarından biri. belki de insan zihninin kendi sınırlarını zorladığı bir nokta bu. belki de cevabı hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğiz. ama bu arayışın kendisi bile, insan olmanın ne demek olduğunu anlamaya çalışmanın en derin ve en heyecan verici yollarından biri değil de nedir? düşününce bile insanın başı dönüyor...
şahane: tümü
|
bugün
başlıkta ara